Önsöz
Türkiye’nin güney kıyılarında, denizin 45 ila 62 metre altındaki batıkta aylardır çalışan kazı heyeti için sıradan bir çalışma günü
Türkiye’nin güney kıyılarında, denizin 45 ila 62 metre altındaki batıkta aylardır çalışan kazı heyeti için sıradan bir çalışma günü... Üzerinde çalıştıkları batık, dünyanın şu ana kadar bilinen en eski gemi enkazı; günümüzden yaklaşık olarak 3.300 yıl öncesine tarihleniyor. Kazı heyetinin bu günü özel kılan misafirleri var: National Geographic ekibi bilinen en eski batığı dünyaya tanıtmak için suyun yaklaşık 55 metre altında, arkeologlarla birlikte çalışmakta.
Arkeologlar, aynı karadaki gibi hassas bir şekilde çalışmak zorundalar. Bulunan her obje ancak detaylı ölçümleri alınıp belgelendikten sonra yerinden kaldırılabiliyor. Böylece bu eşsiz batığın kargosunda daha derinlere inerek geminin hikâyesini daha net görmeye başlıyorlar. Çalışmalar sırasında geminin kargosunda 3.300 yıldır dokunulmamış bakır külçelerden birinin ölçümleri ve belgeleme çalışmaları bitiyor ve sualtındaki arkeolog tarafından yerinden kaldırılıyor. İşte tam o anda National Geographic fotoğrafçılarından Bill Curtsinger, deklanşöre basarak zamanı fotoğraf makinesindeki negatife hapsediyor. Suyun metrelerce altında, dünyanın bilinen en eski batığının içinde çekilen o fotoğraf, derginin yeni sayısının kapak fotoğrafı olacaktır.
Yaklaşık on yıl sonra, kapağında o fotoğrafı barındıran, Aralık 1987 tarihli dergiyi İzmir’deki bir sahafta g.rmüştüm. O ana dek gördüğüm en etkileyici dergi kapaklarından biriydi; bugün hâlâ aynı fikirdeyim. Özellikle de denizcilik arkeolojisi alanındaki en iyi dergi kapaklarından biridir. Arkeolojiye olan ilgimin daha belirgin bir alana yönelmesi işte bu fotoğrafla başladı. Yıllar sonra editörlüğünü üstlendiğim arkeoloji dergilerinin ilk görsel temelleri de o sayıyla atılacaktı...
Elinizdeki kitap, denizcilik arkeolojisinin tarihini anlatmayı amaçlamıyor. O tarihe imza atan ya da tanıklık etmiş kişilere dokunmayı; emek veren kişileri bir arada sunmayı amaçlıyor. Denizcilik arkeolojisini destekleyen, doğru bilgiye ulaşan, görüntüleyen, sergileyen, dünyaya anlatan insanların hikâyesi bir bakıma... Sayfalar arasında seslerini duyup yüzlerini göreceğiniz kişilerin anılarını en saf haliyle sizlere aktarmayı amaçlıyor bu kitap.
1960 yılında Anadolu kıyılarında başlayan hikâyenin kahramanlarının ardından yine bu alana uzaktan veya yakından emek vermiş kişilerin arkeolojiye bakış açılarını, gelişen ve değişen şartları göstermeyi denediğim bu kitap, yaklaşık olarak sekiz yıl önce filizlenen bir fikrin ete kemiğe bürünmüş hali... Tarihi, yazılı belgeler ve objelerle aydınlatan bir bilim dalının sözlü tarihi, üç yıl süren saha çalışmalarının ardından artık ellerinizde.
Burada Halikarnas Balıkçısı’nın “ey koca yurt” dediği şu coğrafyanın en büyük zenginliğinin, kalbinde taşıdığı insanlar olduğunu bir defa daha görecek; buralı olmayan kimi güzel insanların da kültürel emanetlerimizi binlerce zorluk içinde nasıl aydınlatmaya çalıştığına, onların hikâyelerine ve en önemlisi arkeolojinin niçin yapıldığına bir kez daha tanıklık edeceksiniz.
Mehmet BEZDAN